Siberantropos / Reklam-mantık

-
Aa
+
a
a
a

Endüstri devriminin başlattığı, insanın kendine yabancılaşma süreci, 19. yüzyıl ortalarından başlayarak, birçok düşünürün altını çizdiği, yadsınamaz bir eğilim oluşturur. En kaba hatlarıyla, Marx'tan Marcuse'e ulaşan bir çizgide bu tartışmanın tüm ayrıntılarını bulabiliriz.

Sibernetik devrim adı verilen dönüşüm çağındaysa çok daha kökten bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu geçen yazıda vurgulamıştık ve bu gidişle sık sık yinelemeye devam edeceğiz. İnsan'ın, yani bilimsel adıyla antropos'un, dış görünüşte kendisine tıpatıp benzeyen, ama antropolojik özellikleri açısından oldukça farklı bir türe dönüştüğü varsayımından söz etmiş ve bu yeni türe, Henri Lefebre'in önerdiği adla, siberantropos  (Bkz. Siberantropos) denmesinin uygun olacağını kabul etmiştik.

Endüstri devrimi insanını "yabancılaştıran” maddi koşulların odaklaştığı nokta fabrikaysa, siberantropos’u yaratan temel altyapı, elektronik teknolojiye dayalı kitle iletişim ortamıdır. Buradaki temel kopma anı da, doğduğu andan başlayarak, televizyon ekranıyla yüzleşen, konuşmayı öğrenmeden önce TV'den gelen sinyallerle beyni dolmaya başlayan, nesneleri görmeden önce, TV'deki imgelerini gören kuşakların ortaya çıkmasıdır. Onların durumu TV'yi ömründe ilk kez 15 yaşında falan gören bir kişiden radikal olarak farklıdır.

Tartıştığımız bu terimin ultra-modern çağrışımı, sizi yanıltmasın. Siberantropos, mutlaka çok modern giyimli, bilgisayar başında sürekli siber ortamda sörf yapan, evinde dev TV ekranı bulunan biri olmak zorunda değildir. Basit bir köylü, sıradan bir memur, ya da altın dişli bir zonta dışgörünümüyle de belirebilir. Onu belirleyen ya da tanımlayan, kitle iletişim araçlarından alarak içselleştirdiği modeller, ve bu ortamın pazarladığı starlarla özdeşleşerek geliştirdiği yapay kimlikleşme mantığıdır.

Bu mantığın işleyişi "Kimlik bulmacası için kılavuz” adlı kitapta çok net biçimde özetlenmişti. Şu anda daha iyisini beceremeyeceğim için, oradan uzun bir alıntı yapmakla yetineceğim; (bu son cümlenin biraz reklam gibi olduğunun farkındayım. Ama burada, eski bir reklamcı ve sabıkalı bir siberantropos olarak, parmağımla maskemi göstererek, reklam yapma hakkımı kullanıyorum).

“Starları ve markaları, kimliklendirici imgeler olarak yeni ikonalara dönüştüren, görüntü dünyasının bu yeni düşünce sistemine, ‘reklam-mantık’ adını vermiş ve şöyle tanımlamaya çalışmıştık: ‘Bu mantık tipi, reklamların yaratılmasına ilişkin bir metodoloji olmanın ötesinde, medyanın, şov dünyasının, ve artık bunların bir uzantısı durumuna gelen politik arenanın stratejilerini belirleyen, bireysel ve toplumsal davranışları biçimleyen bir düşünce sistemine dönüşmüştür.’ Bu mantığın, bireylerce de özümsenerek, gündelik rollerini ve kimliklerini, daha doğrusu imajlarını biçimleyen bir modele dönüştüğünü vurgulamıştık: Ürünlerin kişileştiği, insana ilişkin her olgununsa şeyleştiği ve ticari değişim değeri kazandığı günümüz uygarlığında, iletişimin motorunu reklam-mantık oluşturuyor; yalnızca kitle iletişim araçlarının değil, neredeyse her tür insan iletişiminin ana modelini biçimliyor. Tek tek bireyler bile, amansız toplumsal yarış içinde, kendi kimlik imajlarını, birer marka imajıymışçasına parlatarak, düşlemsel bir süper kampanya içinde yaşamaya çalışıyorlar.

Küresel çaptaki büyük starlara ve star markaların önerdiği modellere öykünerek, birey ölçeğinde oluşan imaj kurgusu da, belirli sayıda klişeler (stereotipler) çevresinde dönmeye başlıyor. Belirli yüz ifadesi, sakal-bıyık, makyaj, saç biçimi, aksesuar gibi seçeneklerle ve kodlanmış mimiklerle sınırlanıyor, maskeleşiyor. Olduğu gibi görünmek ve içtenlikli davranış, artık özellikle iş ortamlarında ve giderek tüm hayatta bir kişilik kusuru sayılmaya başlanıyor. Sosyal psikoloji kuramında, özentili bir sahte kimliğin ardına gizlenmek ve ‘gibi görünmek’ anlamlarını taşıyan sığıntı-roller ve maske-rol'ler öne çıkıyor. Böyle bir parçalı roller bütününden oluşan maske-kimlikler de gündelik hayatımızı kuşatıyor.” (1)

(1) Ahmet Güngören, “Kimlik bulmacası için kılavuz”, Patika 1999, sayfa 77-78